Eskiyle Hesaplaşmak (Eskilere Dair Bir Öykü)

Yayınlama: 15.09.2024
Düzenleme: 15.09.2024 11:11
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

         Çocukluğumda mahallemizde, “Sabri” adında otuzlu yaşlarda, akli melekesini kaybetmiş birisi vardı. Yaşlı annesiyle birlikte yaşardı. Sabri ağabeyi tanıdım tanıyalı, aynı kıyafetleri giyer, elinde kırık bir oyuncak otobüsle, “Niye?” Niye?” diye mahalle mahalle yürürdü. Kimseyle pek konuşmazdı. Ancak arada çaktırmadan, biz cümbür cemaat oyunlar oynarken, hüzünlü gözlerle bizi izlerdi. Niye bilmiyorum ama herkes onunla dalga geçerken, onun bu haline çok üzülürdüm. Çocuktum ve ölürcesine merak etmememe rağmen sormaya korkuyordum. Hepimiz aslında birazcık çekinirdik ondan. Anneme birkaç kez sordum Sabri ağabeyin durumunu. Sıradan ve basit yanıtlar aldım sürekli. “Deli işte evladım” deyip geçiştiriyordu beni. Neden böyle olduğunu hep merak ettim. Ne kadar kolaydı deli damgasını vurup aradan sıyrılıp gitmek. Ne kadar basitti bir insanı, acılarıyla baş başa bırakmak.

Ortaokula geçtikten bir sene sonra oradan taşındık. Başka bir şehre, başka bir umutla için gittik. Yıllarca uğramadım eski mahalleme. Zaman gibi, onu ben de kendi kaderine bıraktım anlayacağınız. Aradan yirmi beş yıl geçti. Zaman bir nehir gibi akıp geçti. Büyüdük hatta yaşlandık bile. Unutuldu bütün unutulması gerekenler. Yirmi beş yıl sonra bir vesileyle İstanbul’a gitmek durumunda kaldım. İşlerimi hallettikten sonra, sebebini kendime bile söyleyemeden, eski mahalleme uğramak geldi içimden. Haliyle gidince tanıyamadım mahallemi. Her şey o kadar değişmişti ki. Sokağımız, evlerimiz, çeşmemiz her şey yenilenmiş, eski yok edilmişti. Top oynadığımız toprak alan otopark olmuştu. Geriye anılardan ve kalabalıklardan başka bir şey kalmamıştı. Birden aklım Sabri ağabey geldi. Onun evine doğru istemsizce yürüdüm. Derme çatma evleri yıkılmış, yerine beş katlı yeni bir bina yapılmıştı. Kim bilir şimdi neredeydi? Belki de ölmüştür diye geçirdim içimden. Canımın acıdığını, gözlerimin yağmura özendiğini hissettim. Gıcır gıcır yeni binanın önünde, Sabri ağabeyin eski evlerini hayal edip, kaybettiğim çocukluğuma ağladım. Yaşam açık kalmış bir pencereydi. Bakanlar gördüklerini anlatamadan göçüp gidiyordu. İşte insan ömrü bu kadar kısaydı. Manasız, anlamsız hırslarım geldi aklıma. Yükselmek ve başarılı olmak için verdiğim mücadelelerim geldi. Kendime acıdım sonra. Utandım yaşamdan, doğadan. Bir müddet orada öylece kaldıktan sonra, ağır adımlarla yürüyüp geçtim çocukluğumu, anılarımı, düşlerimi, gülüşlerimi, umutlarımı…

Biraz ileride, kır saçlı yaşlı bir adam gördüm. Üzerinde ince yeşil bir kazak, altında ise mavi bir kot pantolon vardı. Niyeyse, gözlerimi ondan alamadım. Arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordum bir türlü. Ancak anlam veremediğim bir şekilde tanıdık geliyordu bana. Hatta tanıdıktan çok daha ötesi… Ailemden birisi gibi geliyordu gözlerime. Küçük bir bakkalın önünde durdu, bir paket sigara alıp bana doğru yürümeye koyuldu. Gördüklerime inanamıyordum. Bu yaşlı adam, tastamam Sabri ağabeyin ta kendisiydi. Heyecanla koşup, “Sabri ağabey” diye bağırdım. Yanına geldiğimde uzunca gözlerime baktı. Baştan aşağı inceledi beni. Ellerini avuçlarıma alarak; “Ben ağabey, benim” dedim. “Ben Eyüp.”

Yeniden alıcı gözle, tekrar baktı bana. “Seni gözlerinden tanıdım” dedi. “Gözler hiç değişmez. Başında nasıl bakıyorsa, sonunda da öyle bakar.” dedi.

 Birkaç adım attıktan sonra, elini omzuma attı. “Gel sana bir muzlu süt ısmarlayayım, hala seviyor musun bilmiyorum ama…” diye de ekledi. Nasıl oldu da, benim muzlu süt sevdiğimi hatırlamıştı? Hiç bizimle konuşmazdı ki Sabri ağabey. İşte o zaman anladım. O zaman anladım gerçeği. Aklımın köşelerinde koca bir ışık yandı. O bize, hep uzaktan bakardı. Bazen gizlice, bazen kaldırma oturup. Ve bazen, bir insanı tanımak için konuşmaya gerek yoktu. Sadece uzaktan bakmak yeterli olabilirdi. O bakmasını da, görmesini de biliyordu.

Tabi ki muzlu süt içmedim. Üçüncü nesil bir kahveciye oturduk. Eskiden kör bakkal dediğimiz Seyit Amcanın bakkalıydı burası. Arkada mallarını koyduğu depoyu da alıp kahveci yapmışlar. Karşılıklı oturup ve birer kahve söyledik kendimize. Çok değişmişti Sabri ağabey. Giyimi, kuşamı, her şeyi değişmişti. Bir tek bakışları aynı kalmıştı. Peki, tüm bunlar nasıl olmuştu? Meraktan çıldıracak gibiydim. Zamanın ilk kez, bir insana iyi geldiğini gördüm o gün. Şaşırdım ve istemsizce iyi görünmesine çok sevindim. Yine de aklımda biriken sorulara engel olamıyordum. Ben bu düşüncelerle, içimde kendi kendimi yerken, Sabri ağabey gülümseyip yüzüme baktı. “Merak ediyorsun değil mi? Merak ediyorsun, nasıl oldu da bu deli, bu hale dönüştü diye. Korkma hepsini anlatacağım sana. Ama önce kahvelerimiz gelsin.” Gözlerimi açabildiğim kadar açıp sadece” tamam” diyebildim. 

Birinci Bölümün Sonu.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.