Eskiyle Hesaplaşma (İkinci Bölüm )

Yayınlama: 16.09.2024
Düzenleme: 16.09.2024 13:04
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

         Kahvelerimiz geldi. Gözlerimi anılarımdan, çocukluğumdan, karnım ağrıyıncaya kadar güldüğüm günlerden alamıyordum. Dalıp dalıp gidiyordum pembe düşlerime. Bir yandan kahvemi yudumluyor, bir yandan da ahmakıslatan yağmurunu andıran su damlacıklarını izliyordum. Tüm bunlara rağmen, bütün benliğimle Sabri ağabeyin hikâyesini dinlemek istiyordum. “Kahvelerimiz de geldi ama neden hala susuyor” diye içimden geçirip duruyordum. Bir müddet ben, bu sorularla boğuşurken, Sabri ağabey boncuk mavisi gözleriyle bana baktı. “Biliyorum meraktan ölüyorsun. Hadi sor aklından, yüreğinden geçenleri. Sor ki yanıt bulsun cevapsız soruların. Cevapsız kalan her soru, ölümünü yaklaştırır derdi, rahmetli babam.”  Hemen konuya girdim. Zira ölmek için, henüz çok gençtim.

“Her şeye başından, en başından başlayalım Sabri ağabey. Hiçbir şey nedensiz, sebepsiz olmaz. Çocukluğumda gördüğüm Sabri ağabey nasıl oluştu? Ne oldu da o duruma geldi? Ya da şöyle sorayım. Senin hikâyen nedir ağabey?”

Cebinden sigarasını çıkardı. Bir sigara yakıp, derin bir nefes aldı. Sonra usulca başını yağmura doğru dönüp, yağmurun eşsiz yağışını izledi. Tıpkı yağmur gibi, ardı ardına dökülmeye başladı ruhundan kelimeler. Çocukluğumun sırrı çözülmek üzereydi.

“ 1983 yılıydı. Sen sanırım iki yaşında filandın.  Babam henüz bizi bırakıp gitmemişti. Kendimize göre zengin sayılırdık. Sokağın başında büyükten hallice tuz fabrikamız vardı.” “Hatırlıyorum” diye hemen araya girdim. “Hatta uzunca bir süre geleni gideni olmadığı için, yıllarca öyle tek başına kalmıştı orası. İçindekiler çürümüştü çocukluğumda. Saklambaç oynarken oraya saklanırdım çoğu zaman. Nedenini bilmiyorum ama korkuturdu beni orası. Soğuk bir yalnızlık gibi, ruhuma çökecek sanıyordum.”

Konuşmasına devam etti Sabri Ağabey;

“ Babam bizi terk edip gidince, ortağı da bütün mallara el koymak isteyince, rahmetli amcam duruma el koydu. Mahkeme yıllarca devam etti. Sonra amcam bir tartışmada babamın ortağını vurdu. Devlet de mallara el koydu ve hepsini hurdaya ayırdı. Amcam da haliyle içeri girdi. Çıkamadan da kanserden öldü. Neyse konumuz bu değil. Babam bizi terk etmeden önceydi. Huzurlu ve mutluydum. Altımda arabam, cebimde param, tüm dünyanın sahibi gibiydim. Yanımda arkadaş dost sandığım kene sürüsü vardı. Onların böylesi bir böcek olduklarını çok geç anladım. İnsan işte; ne zaman kaybetse, ancak o zaman anlıyor gerçeği. O bar senin bu bar benim, günümüzü gün ediyorduk. Babam karışmazdı pek bana. Annem ise; çoğu zaman yapma etme, sağlığına dikkat et dese de, onu hiç umursamazdım. Bildiğim yolda ilerlemeye devam ederdim.

Bir Pazar gecesiydi. Zil zurna sarhoştum. Eve doğru arabayla giderken, bir arkadaşım, hiç eve gidesim yok dedi. Sen misin onu diyen? Hemen direksiyonu kırıp, başka bir mekâna gittik. Salaş, içinde az insan olan sakin bir yerdi burası. Belki de bunda, gecenin dört olmasının da etkisi vardır. Kim bilir?”

Sonra derince bir suskunluğun içine girdi Sabri ağabey. Gözünden bir iki damla yaş süzüldü. Yaşlanmış elleriyle sildi gözyaşlarını. Islak gözlerini açarak bana şu soruyu sordu. “İlk görüşte aşka inanır mısın evlat?”

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Hiç âşık oldum mu onu da bilmiyordum. Sadece anlamsız bir şekilde bakmakla yetindim ona. Benden yanıt alamayacağını anlamış olacak ki, konuşmasına devam etti.

“ Arkadaşlarım gidelim deseler de gitmek, ayrılmak istemedim oradan. Tam karşımdaki masada güzeller güzeli bir kız, tek başına oturuyordu. Uzun uzun seyrettim onu. Sarhoşluğum geçmişti ancak başka bir sarhoşluk başlamıştı sanki. Baştan aşağı, parmak uçlarımdan saç telime kadar sırılsıklam âşık olmuştum. Kim bilir, ilk deliliğim o gün orada başlamıştır belki de. Hiç konuşmadan, kim olduğunu bilmeden âşık olmuştum ona. Bu bir sanı değildi, gerçeğin ta kendisiydi. Sonra ki yıllar, beni bereket haksız çıkarmadı. Bir el beni çekti ve ona doğru sürükledi. Bu yaşıma geldim, hala bilmiyorum beni, onun yanına kimin sürüklediğini. Beni sert bir şekilde kovacak, demediğini bırakmayacak diye düşünürken, hiç beklediğim gibi olmadı. Gel yanıma otur. Dakikalardır bana bakıyorsun, bir anlamı olsun bakışlarının dedi. Oturdum yanına. Derin bir sohbete düştük. Birbirimizin ruhuna dokunduk. Gözlerinde kendimi görmek, bir fani için dünyadaki en değerli hazine olsa gerek diye düşündüm. Arkadaşlarım sıkılıp gittiler. Bar da kapanmaya başlayınca, birlikte oradan çıkıp, sahilde yürüdük. Bir çorbacıya gidip, birlikte çorba içtik. Altı bardak çaydan sonra, çorbacının bizi kovuşuyla oradan ayrıldık. Bir banka oturduk. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyordum. Heyecandan kalbim duracak gibiydi. Bana; birkaç günlüğüne buraya geldiğini, Eskişehir’de yaşadığını, ağabeyini ziyarete geldiğini söyledi. Sonra bir anda elimi tutarak şu sözleri bıraktı avuçlarıma. Bundan beş saat önce bu şehirden nefret ediyordum. Şimdiyse delicesine seviyorum bu şehri. Aklıma felsefe hocamın bir sözü geldi. Konuya çok uyuyor. Hayat size bir anlam yüklemez. Siz hayata bir anlam yüklerisiniz. O yüzden şehirlerin bir suçu yok. Bakan da biziz, gören de, göremeyen de…

Bu sözden sonra yapılması gereken tek bir şey vardı. Sımsıkı sarılmak… Öyle de yaptım. Dakikalarca sarıldık birbirimize. Evine bıraktım onu. Otogara gelmeyi teklif ettim ama kabul etmedi. Vedaları sevmiyorum, kavuşmaktır güzle olan dedi. Sevinçten ağlayarak eve döndüm. Ayaklarım uzunca bir süre yere dokunmadı hiç. Kim ne dese istemsizce gülüyordum. Bir anda içimin tam ortasına bir acı yerleşti. Hiç tanıdık değildi bu acı. Bugün ile birlikte yeniden gelmesine tam dört gün var. Of, nasıl geçecek günler, saatler, dakikalar, saniyeler. Keşke zamanı ileri sarmanın bir yolu olsaydı? Bunları düşünüp durdum saatlerce. Bir telefon çaldı. İkinci kez çalmasına izin vermeden, koşup ev telefonun açtım. O zamanlar haliyle cep telefonu filan yok. O arıyordu. Afyon’a geldiğini, şu an yarım saat mola verdiklerini söyledi. Gözlerim doldu. Sevgiyle acı birbirine karıştı. Belki çok erken ama seni seviyorum dedim. Güzel bir dille bana, erken olduğunu, birbirimizi tanımazı gerektiğini filan söyleyeceğini düşünürken bana; erken filan değil. Bir ay sonra deseydin tam zamanı mı olacaktı? Bunun kararını kim veriyor? Erken nedir? Geç nedir? Ne hissediyorsan, doğru zaman da odur. Ben de seni seviyorum. Üstelik tam olması gerektiği anda.

Eskişehir’e varınca arayacağını söyleyerek telefonu kapattı. İçimden dans etmek, zıplamak geliyordu. Gidip anneme sarıldım. Annemin manasız bakışları eşliğinde, evden ayrıldım. Sokaklarda gülümseyerek dolaştım. Herkese, istisnasız her şeye selam verdim. Kedilere, köpeklere, kuşlara, apartman kapılarına, camlara, pencerelere…

Sonra yine sustu Sabri ağabey. Bu susuş, diğerinden daha uzun sürdü. Konuşmakta güçlük çekiyordu. Elleri titriyordu. Bir yudum su içti. Gökyüzüne bakarak selam verdi. Ve konuşmasına devam etti.

Aradan dört gün geçti aramadı. Sonra bir hafta, bir ay, iki ay, üç ay… Sorular aklımı yiyip bitiriyordu. Neden böyle bir şey yapma gereği duymuştu? Ben ona ne yapmıştım ki? Kalbini kıracak bir şey yapmadım yemin ederim. Peki, o halde neden dönmüyor? Neden aramıyor beni? Söz vermişti bana. Arayacaktı.

O geceden başlayarak, onunla olan bütün konuşmalarımızı, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdim. Onunla konuşmak istiyordum. Gözlerinin içine bakarak, bana bunu neden yaptığını sormak istiyordum. Bir ipucu gerekliydi bana. Bir küçük yanıt. Aklıma birden ağabeysinin ismi ve nerde çalıştığı geldi. Ağabeyinin adı Hilmi’ydi. Garanti bankasında güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Yine de bu hiç kolay değildi. Yüzlerce garanti bankası var bu şehirde. Hangisinde acaba? Ya çıktıysa işten? O zaman ne olacak? Nasıl bulacağım onu? Aramaktan, denemekten başka çarem yoktu. Bir sabah erkenden kalkıp, bütün bankaları dolaşmaya başladım. Umutsuz gözlerle herkese, Hilmi Ural’ı tanıyıp tanımadıklarını soruyordum. Dördüncü bankada bir mucize oldu. Hilmi ile tanış olan birisiyle karşılaştım. Çalıştığı bankayı öğrendim. Ürkek ve kararsız adımlarla çalıştığı bankaya doğru yürüdüm. Ne soracaktım ona? Ne diyecektim? Ne denir ki şimdi? Nasıl izah edeceğim durumu? Sonunda bankaya ulaştım. Kapıdan usulca içeri girdim. Girişteki güvenlik görevlisine Hilmi Ural’ı sordum. Bana eliyle, işte şurada merdivenin orada dedi. Birkaç metre vardı aramızda sadece. Ama ömrümün en uzun yoluydu sanki. Yanına gelip durdum. Anlamsız bakışlarla beni süzdü önce. Sonra da yardımcı olabilir miyim beyefendi dedi. Hafızamdaki bütün kelimler, cümleler uçup gitmişti sanki. Sadece bakıyordum. Hiçbir şey demeden, sadece bakıyordum.

İkinci bölümün sonu

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.