Sessizliğin şarkısı

Yayınlama: 08.02.2024
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

Bazen tesadüfler ilahi bir güç tarafından gerçekleşir. Hatta bana göre tesadüf diye bir şey yoktur. Her şeyin bir nedeninin, açıklamasının olduğuna inanırım. Sadece bunlardan bazılarını biliriz, bazılarını ise öğrenemeden bu dünyadan göçüp gideriz. İşte öyle bir gündü o gün. Vurup kapıyı gitmesinin üzerinden dokuz yıl geçmişti. Olan olmuş, giden gitmiş, kalan kalmış, yaşayan yaşamış ve ölen ölmüştü. Külleri bile kalmamıştı aramızdakilerin. Zaman, eskiyenleri yeniden yaratmasıyla meşhurdur.

Sessizliği severim. Aslına bakarsanız aşığım demek daha doğru olur. Sessizlikte dinginleşir, nefesimi duyar, yaşadığımı anlarım. Sessizliğin şarkısını dinler, düşlerimde yolculuk yaparım özgürce. Sessizliğin en güzel olduğu saatler, gece yarısından sonra başlar. Akıllıların uyuduğu, delilerin ise geceye uyandığı saatler… O gece, ılık bir rüzgâr esiyordu şehirde. Bir dostumun tarifiyle, “tam uçmalık.” Böyle günlerde, rüyasında hep uçtuğunu söylerdi bana. Uçmak gibi bir niyetim yoktu, lakin yürümek istedim. Gecenin karanlığında gizlenmiş her şeyi görmek istedim. Bir hırka alıp yanıma, yola bıraktım ruhumu. Bir türkü vardı dilimde, yürüdükçe yürüdüm. Birkaç sarhoşun dışında kimsecikler yoktu dışarıda. Zaten ne işleri olabilirdi ki? Işıkları henüz sönmemiş, ışıl ışıl yanan bir parka girdim. Eski bir banka oturdum sessizce. Gökyüzüne baktım. Tam karşımda bir kadın vardı. Boynu bükük toprağa bakıyordu. Hareketsizce öylece duruyordu. Yanına gidip sormak istedim. Yardım etmek istedim kendimce. Ancak çekinmedim desem yalan olur. Gecenin karanlığında, bir erkek bir kadının yanına geliyor. Kim olursa olsun, bir kadın için ürkütücü bir durum bu. Sonuçta gecenin bu saatinde bir kadın dışarı çıkmaz, çıkamaz. Bunun sebebi de biz erkekleriz. Yine de aklımda onlarca soru var oldu. “Ne işi vardı burada? Birinden mi kaçıyordu? Kocası evden mi attı acaba? Yolunu mu kaybetti yoksa? Ya gidecek bir yeri yoksa? Canım o zaman da polise giderdi. Bir dakika! Ya polisten kaçıyorsa? Yok canım neden kaçsın. Kaçan insan, ışıklı bir parkta neden otursun ki?” Bir müddet bu sorularla ve olmayan yanıtlarıyla boğuşup durdum. Bir karar vermem gerekiyordu. Ya gidecek ya da onun yanında kalacaktım. Gücümü toparlayıp yanına doğru ilerlemeye başladım. Kararlıydım, sonu ne olursa olsun yanına gidecek, iyi olup olmadığını soracaktım. Ona yaklaştıkça garip bir his dolanmaya başladı ruhumun derinliklerinde. Sanki onu tanıyor gibiydim. Öyle eski bir arkadaş gibi de değil üstelik. Başka bir yakınlıktı bu. Ayak sesimden ürkmüş olacak, kafasını kaldırdı ve bana baktı. Öylece kalakaldık ikimizde. Sustuk, sustuk, sustuk… Dokuz yıl sonra, ilk kez onu görüyordum. Başka şehirlerde iki insan, nasıl olurda burada karşılaşır? Ne işi olabilir ki burada? Yoksa gördüklerim bir hayalden mi ibaret? Bunları aklımdan geçirirken, ayağa kalktı. Bana doğru hızlı adımlarla yürüdü. Yanıma gelince, sıkıca sarıldı bana. Öyle bir sarılmaydı ki bu, size bunu kelimelerle anlatamam. Korkudan tir tir titriyordu. Gözyaşları boynuma düşüyordu inci taneleri gibi. Yüzüme uzun uzun baktı. Gözyaşlarını sildi. “Hiç değişmemişsin” dedi. Gülümsedim. “Ben mi” diye sordum. “Kırk yaşıma geldim. Bilmem kaç kilo oldum. Göbekli, saçı sakalı beyaz bir adamım artık. Nasıl değişmemiş olabilirim ki?” “Onu demiyorum” diye seslendi. “Yüreğin aynı hala. Hala gitmiyor, sonu ne olursa olsun bekliyorsun. Son ana kadar, umutların tükenene kadar, başka çaren kalamayıncaya dek bekliyorsun. Ben seni yürüyüşünden tanıdım. Daha parka gelişinden yani. Ne yapacağını merak ettim. İçim içimi yiyordu ama sustum. Korktum, değişmiş olabileceğinden korktum. O yüzden bekledim sessizce, senin bana gelmeni.” Haklıydı. Canım defalarca yanmıştı bu yüzden. Bazı insanlar isteseler de, sorunu bilseler de, yanıtı bulsalar da, oyunun kurallarını anlasalar da değişemiyordu. Bir dostum bana, bu konuyla ilgili şöyle demişti. “İyi günde, seni yanımda istemem ben. Sıkıcı ve kasvetlisin. Ancak kötü günde, senden daha iyi bir sığınacak liman yok. Ve inan bana dostum, bu seçimi, zorla sen yaptırıyorsun bize. Acıdan besleniyorsun sen. Yalnızlıktan şikâyet ediyorsun ama her boşlukta, onun koynunda alıyorsun soluğu. Sana kimse yardım edemez. Bu konuda da tek başınasın. Seçim yapmak zorundasın. Kendin mi diğerleri mi?”

Saat gece üçü geçmişti. “Üşüyorsun. Seni istediğin yere bırakayım. Gidecek bir yerin var mı?” diye sordum. “Yok” dedi. “Gidecek hiçbir yerim yok. Ağaç yok, gölge yok. Kıyı yok, sahil yok. Yol yok.” Ağlamaya başladı yeniden. Sıkıca sarıldım ona. Bir babanın kızına sarıldığı gibi. “Yürü o halde, bana gidiyoruz.”

Eve geldik. Çay demledim. Bilirdim çayı çok severdi. Sıcak içine işleyince, gözleri kapanıyordu, dalı gidiyordu karanlığa. Oracıkta uyudu sonra. Üstüne bir battaniye örttüm. Sessizce uzaklaştım yanından. O gece hiç uyumadım. Sabaha kadar beyaz tavana bakıp durdum. Geçmişi izledim. Çok sevdiğim bir filmi, yeniden izler gibi. Sabah olmuştu, ışık yüzümüze vuruyordu. Odasına geçtim, merak etmiştim onu. Odada yoktu. Banyoya gitti sandım ancak orada da yoktu. Korkum giderek artıyordu. Gitti mi yoksa? Nereye gidecek ki? Neden gitsin canım. Belki de fırına ekmek almaya gitmiştir. Kahvaltı hazırlayacaktır bize.

Dakikalar, saatler geçti. Ne gelen vardı ne de dönen. Hayaldi belki de yaşadıklarım. Uzun bir rüya… Neredeyse öğlen olacaktı. Umudum yerini öfkeye bırakıyordu. Telefonum çaldı. Okuldan arkadaşım arıyordu. Konuşacak durumda değildim, o yüzden ağız ucuyla “efendim” dedim yalnızca. Ve o sesin söyledikleriyle yıkıldım, eskimiş bir bina gibi.

“Dostum onu kaybettik. Dün gece intihar etmiş. Kendini asmış. Cesedini sabah kocası görmüş işe giderken. Zaten kocasıyla arası iyi değildi. Sürekli onu aldatıyormuş. Üstelik dövüyormuş da. Yazık oldu, gencecik kızdı. Başımız sağ olsun dostum.”

Onun hayalinin uzandığı koltuğa bıraktım yaşayan ölü bedenimi. Şimdi yağmurla yarışma zamanıydı. Ağladım… Ağladım… Ağladım… Yarışı ben kazandım.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.