Son hümanist ölüm döşeğinnde

Yayınlama: 17.07.2024
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

SON HÜMANİST ÖLÜM DÖŞEĞİNDE
Hümanizmin temeli Antik Yunana kadar dayanmaktadır. İlk temsilcisi olarak Sokrates’i gösterebiliriz. Ancak modern ve felsefi olarak Hümanist felsefenin kurucusu Hollandalı bilgin, “Erasmus’tur.” (1465) Hümanizmin Türkçe karşılığı ise “insan merkezcilik” olarak belirlenmiştir. Hümanizm varlığını kabullendirdiği ilk andan itibaren birçok kesim tarafından yanlış anlaşılmış ve dolayısıyla insanlığa yanlış aktarılmıştır. Hümanizm insanı merkeze alsa bile, bunu bencil bir tutumla, “her şeyin en iyisi insana layıktır” gibi saçma bir düşünceyle yapmamıştır. Bunun yanında sevgi saygı gibi romantik bir söylevin içine de girmemiştir. Hümanizm en basit anlatımıyla; “insan olmanın gerekliliklerini yapmak” olarak adlandırabiliriz. Ve bir insan, insan olmanın gerekliliklerini yapmaya yeltendiğinde veyahut bunun anlamını bulduğu, anladığı vakit, doğayı korumalı, ormanına, çiçeğine, gökyüzüne sahip çıkmalı, bütün canlıların yaşam hakkına saygı duymak zorundadır. Birçoğumuz için bu anlayış, içi boş bir söylevdir. Zira işimize gelmeyen her durum, her olgu için bu düşünce yapısını kolayca yok ederiz. Bu yüzden de hümanist felsefe 20.yılın başlarında giderek önemini yitirmiştir. Hümanistliği gerçekçi olmamakla suçlayan gerçekçi akımın temsilcileri, sanatta ve edebiyatta gerçekçi felsefenin ve akımının benimsenmesini sağlamıştır. Yalnız burada araya girmek durumundayım. Hümanist felsefeyi yıkan gerçekçiler değildir. Zaten onların döneminde yok olmaya yüz tutmuştu. Kitaplarda, masallar gibi yerini almıştı sadece. Sonra ikinci dünya savaşının gerçekleşmesiyle, tamamen ortadan kalktı. Çünkü artık insan kalmamıştı ki felsefesi kalsın. Elli milyon insan yok olup gitmişti. Milyonlarca insan sakat kaldı. Milyonlarca insan, asla kapanmayacak travmalar yaşadı. Milyonlarca hayvan, bitki yok olup gitti. Evle, binalar, şehirler, toz duman oldu. Böylesi durumda insan merkezcilik doğru bir tercih olamazdı. En çok ihtiyacımız şeydi lakin yanlış zamandı. Sonra daha popüler, insanın özüne daha uygun bir düşünce yapısı ortaya çıktı. Onun adı “varoluşçuluktu.” Varoluş felsefesi tıpkı Hümanizm gibi derin bir düşünce yapısını içinde barındırıyordu ancak insanlar, düşüncenin en ucuz tarafını alıp felsefenin içini boşaltmayı başarmışlardı. Hani, “tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözünü bilgisizlik, cahillik olarak alan zır cahiller gibi. Oysa orada, sonsuz ve büyük bir bilgiye, birikime atıfta bulunuluyordu. Birçoğumuz, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğumuz için olayı çok yanlış anlamıştık. İşte bu durum ya da bu şansızlık varoluşçuluğun da başına gelmişti. Bu dünyanın anlamsızlığı, tüm arayışların beyhude bir çaba olduğu düşüncesi işin en kolay tarafı olduğu için çabucak benimsendi. Ve dünya o günden sonra, hiç olmadığı kadar bozularak, kendi kıyametini oluşturmaya başladı.
İnandığım bir düşünce var. Eğer insan Hümanizmi doğru anlasaydı, işine geldiği gibi yorumlamasaydı, çıkarlarını, içindeki kötülüğe kurban etmeseydi, başka hiçbir felsefeye gerek kalmayabilirdi. Bütün felsefeler bu düşüncenin yanında şekillenir, dünya bir bütün olarak kalmayı başarabilirdi. İnsan yozlaşmaz, soysuzlaşmazdı.
Bugüne geldiğimizde ise; tek bir felsefe üzerine dönüyor dünya. Onun adı ise “adamcılık, dayıcılık, al gülüm ver gülümcülük, kabilecilik, particilik, eş dost akrabacılık, hazır yiyicilik, çıkarcılık vs…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.