Üfürüzma

Yayınlama: 16.09.2023
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

Kısacık ömrünün, kısacık sorunlarını büyütmekle ün salmıştı. Namı dört bir yana saçılmış, herkes tarafından duyulmuştu. Yer gök muhteşem başarısıyla yankılanıp duruyordu. Yazarcık değil, baya baya yazar olmuştu artık.

Her şey, o sabah gene aynı sabaha uyanması ile başladı. Sabah erkenden bir yere gidecekti, önemliydi. Güzelce süslendi, giyindi. Bir baktı ki penceresinden, yağmur yağıyor şehirde. Başladı söylenmeye… Tanrıya, kaderine, yaşamına sövme seremonisinin bilmem kaçıncı tekrarını gerçekleştirdi o sabah. Tabi canım, onda hiç şans yoktu. Zaten kader, şans, tanrı, adı her neyse, sevmiyordu onu hiç kimse. Takvimler azalıp üşürken, onun derdi anlık mutluluklarla kendini oyalamaktı. Düşündüğü tek şey kendisiydi. Okuyucusundan daha çok yazarı olan kişisel gelişim kitaplarından, mutlu olmanın formülünü arayan bohem, entelektüel bir aydındı adeta o. Hayat, yaşam dengeden oluşuyormuş, kötü olmadan iyinin kıymeti bilinmezmiş, acıdan da insan çok şey öğrenirmiş, hepsi boş şeylerdi. Hep mutlu olmalıydı ama hep… İşte gerçek hırs, böyle bir şey olmalıydı. Gazetelerin magazin bölümünden başka bir şey okumazdı. Televizyonu sadece dizi izlemek için kullanırdı. Allah korusun kötü bir haber duyar, okur morali bozulurdu. “Aman düzenimiz” bozulmasın diye bin yıldır aynı partiye oy vermesinin sebebi de buydu. Kıyamam, o naif yüreği üzülürdü sonra olup bitenlere. Aklına bu anlamsız sabaha, bir şeyler yazmak geldi. Oturdu ceviz ağacından yapılmış kaliteli masasına. Çıkardı lüks marka gözlüğünü, elma simgeli bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı. Şimdilerin popüler mesleği yazarlığa soyunmuştu bir anda. Öyle uzun uzadıya yazacak vakti yoktu. O da aforizmalar adı altında bir şeyler karalamaya koyuldu. Aslında bildiğin üfürüyordu kâğıda. Üfürüzmalar denilse yazdıklarına, yeriydi. “Sahibinden satılık, kelepir yalnızlık, Aşk kötü yola düştü, Çok kadın hiç kadındır gibi kimseye faydası olmayan ama fena şekilde tutulan şeyler yazdı bir süre. Sosyal platformlarda çok tutulan bu sözler, bütün memlekete yayılmış, insanlar tarafından çok sevilmişti. Çünkü insanlar yaradılışı gereği, gerçeği sevmiyordu. Gerçekle yüzleşmek yerine bir başkasını suçlamak daha çok işimize geliyordu. Herkesin kral olma şansı varken, bir kralı aralıksız çalışarak, doyurmaya çalışmanın mantıklı açıklaması neydi? Kraldan çok kralcı olmanın temel nedeni neydi? Ha şimdi, ha elli yıl sonra, önünde sonunda ölecek olmanın hiçbir manası yok muydu? Beş dakika sonra ölebilmek için, bu kadar yalanın, bu kadar acizliğin sebebi ne olabilirdi? Gerçekten korkulması gereken şey, ölüm müydü? Gerçeklerden yüz metre koşucusu gibi kaçarak, nereye ulaşacağını sanıyordu insan? Uyuyup uyanmanın yaşamak olduğunu sanmaktan ne zaman vazgeçecekti acaba? Soru sormayı; “tuvalete gidebilir miyim?” den öteye götüremeyen, kuşkuculuğu “karım acaba beni aldatıyor mu?” sanan insan, haliyle sadece yaşlanıyordu. Ve sadece ölecekti. Bizim yazarcık kendini yazar, bu soruları sormayan insan da, kendini insan sanmaya devam edecekti ne yazık ki. Gırtlağına kadar aşk ve ayrılık şarkılarının içinde boğulup, “kim kiminle ne halt yemiş “ öğrenmeye çalışmakla, geçecekti zavallı ömürleri. Başlayan her şey bitecekti, tıp kı bu yazı gibi…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.