Uyumadan önce tok karnına tiyatro tarihi

Yayınlama: 19.03.2024
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

Her şey; bilmem kaç bin yıl önce, kendini tutamayan, bugünün tabiri ile yerinde duramayan birinin, bütün kabileyi toplayıp, onlara yabani sığırı nasıl avladığını anlatmasıyla başladı. Bu anlatım yetmeyince ya da yeteri kadar hava atamadığını düşününce, bu defa da hareketlerle, taklitlerle anlatmaya başladı. Yani bugün giyinip kuşanıp izlediğimiz, yıllar içerisinde evrimleşerek bu günlere gelen Tiyatro, böyle bulunmuş oldu. Yıllar sonra, bilinen tarih içerisinde Antik Yunanlılar duruma el atarak, salt taklidin yetmeyeceğini düşünerek, işin içine dini ritüelleri de kattılar. Tiyatro henüz bir çocukken, bazen günlerce süren dini şölenlere dönüşüvermişti. O dönem, son derece şanlı bir dönem olması itibariyle, tiyatronun gelişmesine, iyileşmesine neden olmuştu. Birincisi savaş yoktu, ikincisi ve önemlisi ise, öyle ya da böyle özgürlük hâkimdi. Yurttaş ve tüccar olmayanların neler çektiklerini saymazsak eğer. Son derece önemli, özel yazarlar var olmaya başladı. Öyle ki, daha üçüncü beşinci oyun olmasına rağmen Oidipus gibi bir oyun yazıldı. Bugün bile bu oyun psikolojide, sosyolojide, dünya tiyatro tarihinde, tıp fakültelerinde ders olarak okutulmaya devam ediyor. Sonra Aristo Teles adında birisi ortaya çıkıverdi. “Bu böyle olmayacak, herkes kafasına göre yazıyor” demiş olacak ki, Poeitika adında bir kitap yazdı. Bir oyunun nasıl yazılması, nelere dikkat edilmesi gerektiğini tek tek anlattı. Öyle bir anlattı ki, bugün bile tragedyayı bilmeden başka türlere geçemiyorsun. Yani aksi bir tez sunamıyorsun. Bunu net bir örnekle açıklamak isterim. Dünyanın bence en önemli yazarlarından birisi olan Bertolt Brecht, eğer kapalı biçim tiyatro tekniğini bilmeseydi, tragedyayı özümsemeydi, kendi buluşu olan “epik tiyatroyu” hiçbir zaman bizlere sunamazdı.

Tiyatro o yıllarda ağdalı, şiirsel, koşuk diliyle, kahramanlarının yazgılarını tanrıların belirlediği bir anlayışla yazılıyordu. Şiirsel bir dil tiyatroyu çok daha önemliymiş gibi gösteriyordu. Tragedya asillerin ve aydın kesiminin türüydü. Sıradan insanların anlayabileceği bir tür olarak geçmiyordu. Tabi ki bazen yazarlar tıkanabiliyordu. Ne yapacağını bilemez bir duruma gelebiliyorlardı. Böylesi bir durumda, kimin aklına geldi bilmiyorum ama çok dâhiyane bir fikir ortaya çıktı. Oyunun tıkandığı yerde yukarıdan tanrı geliyor ve tüm sorunları çözüp tekrar gökteki yerine geri dönüyordu. Buna; Deus Ex Machina deniyordu. Burada bir parantez açmak istiyorum.   Güzel Sanatlar Fakültesi Dramatik (Oyun) Yazarlığı bölümünde, bir yazar arkadaşıma lakap takmıştım. Adına “Tüpçü yazar” demiştim. Bir gün hangi konu olduğunu şimdi unuttum, hocamız bize bir oyun yazıp gelmemizi söylemişti. Sırayla yazılan kısa oyunlar okunuyor, daha sonrasında da tek tek bu oyunları eleştiriyorduk. Yazar arkadaşım oyununu okumaya başladı. Fena değildi, iyi gidiyordu oyun. Oyunun sonuna doğru garip bir şey oldu. Arkadaşım oyunun en çetrefilli bölümün bir anda tüp patlatıp, bütün karakterleri öldürdü. Hepimiz öylece kalakaldık. Hoca dayanamayıp sordu. “Neden böyle bir şey yaptın?” Arkadaşım utangaç bir şekilde yanıt verdi. “Hocam ben oyunun sonunu bağlayamayınca, böyle bir finali uygun gördüm.”

Siz de eğer bir gün oyun yazar ve bir yerinde tıkanırsanız, bu taktiği uygulayabilirsiniz. Baktınız olmuyor, tüpü patlatın bitti gitti işte… Adamlar üşenmeyip gökten tanrı indirmişler, size mi kızacağız…

DEVAM EDECEK

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.